Oradan geçmesin de ne olursa olsun.’ Bir; insani değil mülteciler ismine. İki; Türkiye, bu türlü bir ülke değil. Hiçbir ülke bu türlü olamaz. Hiçbir ülkeyi bu türlü bir haksızlığa tabi tutamayız. Mülteci sıkıntısı, üniversal bir sıkıntıdır, küresel bir problemdir. Kaynağı açlık olabilir, susuzluk olabilir, iklim krizi olabilir. Daha berbatı, savaş olabilir. Bu türlü bir ortamda göç eden insanları, ‘Barışı nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Suyu nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Açlığı orada nasıl sona erdirebiliriz’ diye düşünmek zorunda olan ülkeler iken, ne yazık ki Türkiye’yi, ‘Şu kadar para verelim ve mültecileri orada tutun’ pazarlığı yapılan ülke haline getirdiniz. Ve bu bahiste Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hükümeti, berbat imtihan vermiştir. Sıkıntıya bu düzeyde tutarak, mültecilerin gelişini alkışlamış ve alkışlattırmıştır. Bu olmaz. 2,5 milyona yakın mülteci var İstanbul’da. Bir anda. Yani 10 yıllık faturadan bahsediyoruz. 10 senede 2,5 milyon ne demek biliyor musunuz? 16 milyon resmi nüfusun neredeyse yüzde 17-18’i demek. Bu türlü bir artış olamaz. Hakikat değil. Mülteciye de haksızlık, İstanbulluya da haksızlık” cevabını verdi. 

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Almanya’nın Düsseldorf kentinde, Avrupa Türk İş İnsanları ve Sanayicileri Derneği (ATİAD) üyeleriyle bir ortaya geldi. Bir Türk girişimcinin restoranında gerçekleştirilen toplantıda, sırasıyla; ATİAD Yönetim Kurulu Lideri Aziz Sarıyar, Türkiye Cumhuriyeti Düsseldorf Başkonsolosu Ali İhsan İzbul ve İmamoğlu birer konuşma yaptı. 

“BEYİN GÖÇÜNÜN ÜZÜCÜ VE GURUR VERİCİ TARAFLARI VAR”

Türkiye’den dünyanın farklı ülkelerine yaşanan beyin göçüyle ilgili görüşlerini paylaşan İmamoğlu, “Bu beyin göçünün bizi üzen tarafı var. Şöyle üzüyor aslında. Şayet hak ettiği bedeli bulamadığı ya da hak ettiği bir biçimde kendini gösterecek ortamı yakalayamadığı bir formda ülkeyi terk eden bir beyin göçü var ise, bu bizi mutsuz eder. Ve şu anda ağır bir biçimde bu türlü bir periyodu yaşayan durumdayız” sözlerini kullandı. “Ama Türkiye’den bizim insanlarımız, milletimiz yurt dışına gitmeyecek diye bir kural olmaz, olamaz” diyen İmamoğlu, “Kaldı ki buna gereksinimimiz da var. Böylesi göçler olur ve ‘ülkemizin diasporası’ diye tarifleyeceğimiz, ülkemizin becerili insanlarının öteki ülkelerde muvaffakiyetler elde etmesi fakat iş dünyası olarak fakat bilim dünyası lakin akademik dünya kavramıyla ancak kültürde, sanatta, sporda muvaffakiyet elde etmesi elbette bizi hem gururlandırır hem de küreselleşen bir dünyada bizleri son derece keyifli eder” halinde konuştu. 

“BU FIRSATI NASIL KIYMETLENDİREBİLİRİZ..?”

Dünya üzerinde yaşanan savaşlar ve çatışmalı ortamalar nedeniyle sistemsiz bir mülteci akınının da yaşandığına dikkat çeken İmamoğlu, Türkiye’nin yaşanan bu olumsuz durumdan en fazla etkilenen ülkelerin başında geldiğinin altını çizdi. Türkiye’den Almanya’ya yaşanan göçle bugünkü mülteci meselesinin birebir kapsamda değerlendirilemeyeceğine vurgu yapan İmamoğlu, “Bu bağlamda, ülkemizin bu meselesine hem temas ederken hem de sizlerin göç öyküsünün ne derece başarılara evrildiğini de bir iş dünyası anında burada görmekten son derece mutluyum” dedi. Kendi ailesinde misal öyküler olduğunu aktaran İmamoğlu, yaşanan sürecin Türkiye ve Almanya ortasındaki ticari münasebetlere de olumlu yansımalarının olduğuna dikkat çekti. İki ülke ortasındaki ticari ilgilere ve ithalat-ihracatla ilgili özet bilgilere de konuşmasında yer veren İmamoğlu, “Bugün bilhassa bütün dünyada, global bir ekonomik külfet var. Fakat natürel bu manada zorlukları konuştuğumuz kadar, bu durumun fırsatları da doğurabileceğini, iş dünyası temsilcileri olarak sizler çok düzgün biliyorsunuz. Bu manada biz bu fırsatı nasıl kıymetlendirebiliriz ve ülkemizin ticaretini nasıl daha fazla üste tırmandırabiliriz; bunu önemsiyoruz. Bu manada çalışmalarımızı yürütüyoruz” diye konuştu. 

“ALMANYA’NIN BEKLENTİLERİNE BAKTIĞIMIZDA…”

İBB’nin hem bütçe olarak hem çalışan insan sayısı olarak Türkiye’nin çok kıymetli kamu kurumlarından biri olduğunu belirten İmamoğlu, özetle şunları söyledi: 

“Bir öbür boyutu; bu çağ, artık kentlerin çağı. Münasebetiyle İstanbul, global eksende de kıymetli bir kent. Ülkemizin en kıymetli kenti. Lokomotif olan bu kentimizin attığı her adımın, ülkemize yarar sağlaması konusunda ihtimamlı davranışlarda bulunuyoruz. Bu manada hem İstanbul ölçeğinde yaptıklarımızın hem dünya ölçeğinde kurduğumuz alakaların, ülkemizin iktisadına katkı sunmasını son derece önemseyen bir boyuttayız. Natürel bu manada, Türk-Alman iş dünyasına dönük güçlü yanlarından faydalanabilecek ortamların var olması ismine da İstanbul olarak sorumluluk almaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum. Almanya’nın beklentilerine baktığımızda; inovasyon, teknoloji transferi ve sürdürülebilirlik üzere alanlarda ortak projelerin çok öne çıkabileceğini görüyoruz. İki ülke ortasında potansiyeli daha da geliştirmek için, her alanda birlikte çalışmalıyız.”

“İSTANBUL’DA İŞ DÜNYASIYLA İLGİLERİ DİĞER BİR DÜZEYE TAŞIDIK”

“İstanbul’da bilhassa geçtiğimiz 5 yılda, iş dünyasıyla münasebetleri resmi boyutuyla lakin tıpkı vakitte dinamik boyutuyla da diğer bir düzeye taşıdık. Yakın ve iştirakçi bir bağ sürdürüyoruz. İstanbul’un her konusunu iş dünyasıyla paylaşan düzeneklerimiz var. Yalnızca kurumumuzun yöneticilerinden bahsetmiyorum. Bu manada İstanbul Planlama Ajansı’nı (İPA), İstanbul’umuz adına iş birliği noktasında değerli bir kurum olarak oluşturduk. Çok faal, ses getiren, dünya ölçeğinde de kentlerle bağ kuran harikulâde bir kurum haline gelmiştir İPA. Tekrar bu kurumumuzun içerisinde kurduğumuz Sanayi ve Ticaret Platformu, bilhassa İstanbul’da sanayi ve ticari faaliyetler gösteren kurum ve kuruluşlarla, onların üst çatılarıyla, organize sanayi bölgeleriyle, iş dünyası dernekleriyle, yapılarıyla çok faal bir ilgiyle her sıkıntısına, her problemine muhatap olan ve onunla iş birliği içerisinde tahlil üretme uğraşı içerisinde olan bir yapıyı kurduk. Mahallî idareyle iş dünyasını birlikte hareket edebilir hale getirdik. Ülkemizde yaşanan ekonomik krizin ve bilhassa maalesef coğrafyamızın yakın etrafında yaşanan savaşların, iklim krizinin yaşattığı birtakım sıkıntıların farkında olan bir idareyiz. AB standartlarına ulaşma konusunda aktif uğraşı gösteren bir belediyeyiz.”

“AVRUPA BİRLİĞİ SEYAHATİ, TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ BİR KONUDUR”

“Avrupa Birliği seyahati, Türkiye için kıymetli bir husustur. On yıllarca uğraşının verildiğini, tahminen de en yakın, en sıkı formuyla takip eden heyet, sizlersiniz. Ancak dilek ettiğimiz düzeye gelmemiştir. Ben, iki boyutuyla bu süreci önemsiyorum. Bilhassa AB bağlarının devam edebilmesi ve sürdürülebilir hale getirilmesi, üyelik sürecinin uğramış olduğu badireye karşın, AB’nin ortaya koyduğu bir kısım kriterlerin ülkemiz yararına, lehine kullanılması ve bu hususta atılacak adımların ülke beşerinin memnunluğu açısından değerli olduğunu düşünenlerdenim. Bu kapsamda münasebetlerin olağanlaşması ve diyaloğun kesinlikle düzeyli ve saygın bir biçimde ilerlemesi konusunda adımların atılmasını, Türkiye’miz ismine önemsiyorum. Natürel bu tarafıyla, bilhassa merkezi idare tarafından alınacak kıymetli kararlar kaide. İstihdamın dönüşümü, yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm; bizim anahtar sözlerimiz olmalı. Çünkü bunlar olmadığı takdirde Avrupa Birliği’yle, Avrupa Birliği ülkeleri ve oradaki kurum ve kuruluşlarla münasebet yönetme talihimizin kalmayacağını hepimiz biliyoruz.”

“İBB, LOKOMOTİF VE TESİRLİ BİR KURUM”

“İstanbul’un bir zelzele kenti olduğu kabulüyle yola çıkarak, bilhassa İstanbul’umuzu sağlam bir kent haline getirme konusunda da güçlü bir iktisat büyüme içinde olmak zorunluluğumuz var. Bu mana İstanbul’umuzun her türlü riske karşı güçlü hale gelmesi konusunda da değerli adımlar atmamız gerektiğini biliyoruz. Hem mahallî idare olarak üzerimize düşenler var hem merkezi yönetimimizden beklentilerimiz var. Bu manada biz, ilerleyen vakit diliminde, dediğim bu boyutlarıyla her mevzuyu ele alan bir kent idaresi olarak yurt içindeki birtakım konuları takip ederken, bir diğer boyutuyla Türkiye-Almanya ekonomik alakalarının daha da ilerleyebilmesi, AB kurumlarıyla ahenk ve entegrasyonun güçlü bir yol haritası ve Gümrük Birliği’nin güncellenebilmesinin kıymetli olduğunu düşünüyor ve bu bahislerde da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni lokomotif ve tesirli bir kurum olarak görüyoruz.” 

“KENDİMİZİ VE İBB’Yİ BİR NEFER GÖRDÜĞÜMÜZÜ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTERİM”

“İBB, bu ve buna emsal toplantıların bir modülü olacak ve sizlerle birlikte düşünmeye, sizlerle iş birliği kurmaya, yalnızca Almanya için değil doğal, Avrupa’nın bütün ülkeleriyle bu manada tesirli bir süreci yöneteceğini sizlerle paylaşmak isterim. Birlikte çalışarak, karşılıklı fayda sağlayacak projeleri hayata geçirerek, ülkemizin her yerde, dünyanın her noktasında en üstün formuyla, en yakışan biçimiyle, bilimin ışığında, aklın ışığında ve asla o seyahatten sapmadan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kozmik pahalarla yan yana, gururla tuttuğumuz prensiplerinden de sapmadan, güçlü bir yol yürümesini sağlamak konusunda kendimizi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni bir nefer gördüğümüzü sizlerle paylaşmak isterim. Sizlerin başarısı, bizi, Türkiye’de keyifli eder. Başı dik insanlarımız olmanızı daima istiyoruz ve isteriz. Elbette ana vatanımız Türkiye’miz, hepimizin gözünün ışığı, hayatının ömür kaynağı. Bunu biliyoruz. Fakat dünya insanı olmak, dünyanın her yerinde hak ettiği bir biçimde, ülkesini ve milletini temsil edebilmek de başka bir gurur vesilesi. Bu bağlamda hayatımız boyunca bu gururu hisseden beşerler olmanızı diliyorum. Elbette bizler de sizlerle gurur duyuyoruz. Yolunuz açık olsun. Başarılarınız daim olsun.”

KURBAN BAYRAMI VE ULUSAL EKİP MESAJLARI

“Kurban Bayramı’nızı tebrik ediyorum. Kurban Bayramı’nda bize ikinci bayramı yaşatan Ulusal Grubumuzu tebrik ediyorum. Ben de maçtaydım ve çok gururlandık. Dünyada elbette iş dünyası, ekonomik muvaffakiyet çok kıymetli. Dimdik ayakta durabilmemiz için çok kıymetli bir sınır. Lakin dünyada prestiji en fazla yükselten muvaffakiyetler; kültür, sanat, spor alanlarında muvaffakiyetler. Bunlar, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini de gösteren muvaffakiyetler. Bu bağlamda İstanbul’umuz ismine, sporda düzgün adımlar atma çabası içerisindeyiz. 2027 Avrupa Oyunları’nı İstanbul’da yapacağız. İnşallah hepinizi, Avrupa Oyunları’nın mesken sahibi olarak, İstanbul’a davet ediyoruz şimdiden. Ve 2036 Olimpiyat Oyunları’nın konut sahibi olması noktasında da İstanbul’umuz için 3 yıl evvel talip olduğumuzun adımını attık. Ve bu adımı, adım adım takip ediyoruz. Paris Olimpiyatları’nda kentimizi gidip anlatacağız ve ne kadar güçlü bir aday olduğumuzu, iki kıtayı birleştiren İstanbul’un olimpiyata konut sahipliği yapmadığı takdirde, olimpiyat ruhunun eksik olacağını… Ki bunu toplantılarda tekraren onlarla paylaştım. Yeniden paylaşmaya devam edeceğim.” 

AVRUPA OYUNLARI VE OLİMPİYAT MESAJLARI

“Bu tarihi başarıyı göstererek, inşallah 2036’da sizlerle birlikte, -inşallah Allah sıhhat, sıhhat versin hepimize- o denli bir periyotta İstanbul’da güçlü bir olimpiyata mesken sahipliğini de daima bir arada başarırız. Sporun yanı sıra kültürde de sanatta da üstün başarılarıyla prestijli bir geleceğe milletimizi taşırız. Cumhuriyetimizin ikinci yüzüncü yılının içerisindeyiz. Bu yüzyılda güçlü adımları atabilmek ve seyahati kurabilmek ismine, ben, attığımız her adımın, önümüzdeki 29 Ekim’e kadar, o birinci yüzyılın birinci günlerinde, birinci aylarında atılan temellerin bir gibisi olmasını, aydınlık ve pırıl pırıl, çağdaş bir geleceğe milletimizi müreffeh bir toplum yapabilme ismine güçlü adımları atmaya hepimizin vesile olmasını diliyorum ve bu hepimizin boynunun borcudur. Milletimize olan, devletimize olan, birbirinden ayrılmaz 86 milyon yurttaşımızın bir milimetrekaresini bile asla ve asla yok sayamayacağımız cennet vatanımızın birlik ve bütünlüğü için, daima bir arada çalışmak zorunda olduğumuzun tabirini yaparak hepinize teşekkür ediyorum.” 

MÜLTECİ SORUSUNA KARŞILIK: “MÜLTECİ SIKINTISI, KOZMİK BİR SORUNDUR”

İmamoğlu, konuşmasının akabinde ATİAD üyelerinden gelen birbirinden farklı mevzulardaki soruları yanıtladı. İmamoğlu, mültecilerle ilgili bir soruya şu karşılığı verdi: 

“Fransa’da, Birçok’ta 2015’te bir toplantıya katıldım. Ve mülteci akını çok yüksek düzeyde devam ediyordu Türkiye’ye. Bir konuşma yaptım Eurocities’in bir toplantısında. Kalktım şunu söyledim. Avrupa’nın değerli kentlerinin temsilcileri oradaydı. Dedim ki, ‘Bakın; mülteci sorununu Avrupa’dan şöyle izlediğinizi görüyorum. ‘Türkiye, bu mevzuda duvar olsun. Oradan geçmesin de ne olursa olsun.’ Bir; insani değil mülteciler ismine. İki; Türkiye, bu türlü bir ülke değil. Hiçbir ülke bu türlü olamaz. Hiçbir ülkeyi bu türlü bir haksızlığa tabi tutamayız. Mülteci sıkıntısı, üniversal bir problemdir, küresel bir problemdir. Kaynağı açlık olabilir, susuzluk olabilir, iklim krizi olabilir. Daha berbatı, savaş olabilir. Bu türlü bir ortamda göç eden insanları, ‘Barışı nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Suyu nasıl oraya getirebiliriz’ ya da ‘Açlığı orada nasıl sona erdirebiliriz’ diye düşünmek zorunda olan ülkeler iken, ne yazık ki Türkiye’yi, ‘Şu kadar para verelim ve mültecileri orada tutun’ pazarlığı yapılan ülke haline getirdiniz. Ve bu hususta Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hükümeti, berbat imtihan vermiştir. Sıkıntıya bu düzeyde tutarak, mültecilerin gelişini alkışlamış ve alkışlattırmıştır. Bu olmaz.”

“BÖYLE BİR ARTIŞ İSTANBULLUYA DA MÜLTECİYE DE HAKSIZLIK”

“2,5 milyona yakın mülteci var İstanbul’da. Bir anda. Yani 10 yıllık faturadan bahsediyoruz. 10 senede 2,5 milyon ne demek biliyor musunuz? 16 milyon resmi nüfusun neredeyse yüzde 17-18’i demek. Bu türlü bir artış olamaz. Yanlışsız değil. Mülteciye de haksızlık, İstanbulluya da haksızlık. Artık bu bir durum tespiti. Yani geçmişe dair bu durum tespitini yapmazsak, bugünün insanlarını farklı yorumlarız ve farklı yerlerde yargılarız. Ancak tekrar söylüyorum; insanlık dışı tanımlarla, şiddeti öne koyan anlayışla mülteci sorununu tariflemeye çalışanlara da karşıyım. Altını net çizeyim. Fakat şunu da söyleyeyim: Bunu niçin anlattın Nice’deki bu toplantıda? Motamot bu konuşmayı yaptım, ‘Bu yanlıştır’ diye Avrupa’daki bütün kent belediye liderlerinin yüzüne. Kalktı o devirde, işte iktidar partisiyle birebir partiden bir belediye başkanı, ‘Biz Osmanlı’nın torunlarıyız. Biz herkese kucak açarız. Gelirler. Haydi…’ Bir Mehter Marşı eksikti. Bu türlü bir konuşma yaptı. Konuşması bitti. Dedim; ‘Kardeşim sen ne diyorsun Allah aşkına ya? Sen, kendi ilçende seçim konuşması mı yaptın, Avrupalıyla bir sorunun tahliline dair teknik bir konuşma mı yaptın? Ne konuşması yaptın’ dedim.” 

“BU, SON 10 YILIN FATURASIDIR”

“Meseleyi bu düzeye evirerek, şu anda ülkemizi büyük bir sorun yumağıyla karşı karşıya bırakmıştır ve bu son 10-11-12 yılın faturasıdır. Artık ülkemizde kaç milyon sistemsiz göçle gelen insan vardır, bilmiyoruz. Efendim, bunu şöyle tanımlayanlar var: ‘Bak onlar olmasaydı, dokumacılık bölümünde biz emekçi bulamazdık, bilmem ne dalında personel bulamayanlar var.’ Bu türlü bir tanım olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çalışan beşere gereksinimi varsa, masraf, nasıl Almanya mutabakatla Türkiye’den, Yunanistan’dan, diğer ülkelerden iş gücü talebinde bulundu; sen de gidersin, ne bileyim Türkmenistan’dan geldi, işte Afganistan’dan iş gücü talebinde bulunursun, resmi iş gücünü ülkende çalıştırırsın. İş gücünü bir ülkeye getirmenin hem üniversal hem ülke hukukunda yeri var. Bunda birtakım hafifletmeler yaparsın, farklı uygulamalar yaparsın, getirirsin. Fakat Türkiye’de, gelecekte hesabını veremeyecekleri berbat bir uygulamayla, arkasına kadar kapıyı açarak ve de altını çizeyim, Suriye’de yahut Irak’ta başta olmak üzere, orada yaşanan birtakım karışıklıkları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünyadaki dış bağlantılara bakışına karşıt bir biçimde, iç işlerine müdahale edecek biçimde yöneterek, göçü de tetiklemişiz.”

“BİR ÜLKENİN İÇ İŞLERİNE KARIŞAMAZSIN”

“Bizim, ‘Yurtta barış, cihanda barış’ ideolojimizin temel duygusu nedir biliyor musunuz? Bir ülkenin iç işlerine karışamazsın. Lakin orada bir yanlış var ise, üniversal hukuk çerçevesinde yansını gösterirsin o başka bir şey. Kendi güvenliğiyle ilgili bir tehdit varsa, güvenlik tehdidini ortadan kaldıracak önlemler alırsın. O başka bir şey. Lakin biz bu çizgiyi aşarak, öteki bir evrede dış siyaset yöneterek, yürüterek göçü de tetikleyen bir duruma getirdik ve bugün milyonlarca insanın… Bakınız; onlar da keyifli değil. Çocuk, bayan, genç, yaşlı… Onlar da keyifli değil, birden fazla bayan ve çocuk olmak üzere. Türkiye’miz de bu manada mutsuz. Artık bugünün dünyasında, bugünün ülkesinde, yani bugünün Türkiye’sinde bu sorunu, çok üniversal bir biçimde ele alarak, farklı platformlara taşıyarak ve altını çizerek söylüyorum; Türkiye’yi efendim Ortadoğu’yla ortamızda bir duvar olsun, kalanlar orada kalsın, buraya geçmesin bize kâfi. Bu türlü bir şey olmaz. Zati olmadı da. Başaramazsın. Başarılamadı da yani. Birebir formda o mülteci akını, artık Avrupa’nın sokaklarında da var. İtalya’da da var, Fransa’da da var, Almanya’da da var. Bu bağlamda üniversal tabana taşıyarak, dünyanın farklı kurumlarında bu işi tartıştırarak tahlil bulmamız gereken bir bahistir. Fakat dediğim üzere, bir insanı konuşuyoruz. Kaldı ki; biz sokak canlısını da düşünmek zorundayız. Öbür şeyi de düşünmek zorundayız. Fakat insanı konuşuyoruz. Çocuğu konuşuyoruz. Bayanı konuşuyoruz. Yani kolay değildir. O denli atıp tutmakla, asıp kesmekle bu işler olmuyor.” 

“UZUN VADELİ TAHLİL ÇABASINI GÖSTERMEK ZORUNDA OLAN BİR MİLLETİZ”

“Türkiye, bu manada da süreci deneyimlemiş milletlerden biridir. Her ne kadar nizamlı iş gücü olsa da yani Almanya’ya yahut başka ülkelere, bunu deneyimlemiş, bunun fırsatlarını da bunun sorunlarını da deneyimlemiş, bunun sorunlarını de kazanımlarını da deneyimlemiş bir milletiz. Hasebiyle biz, bu sorunun tahlilini bu bazda ele alıp, kısa vadeli değil, uzun vadeli tahliline kavuşturmayı uğraşla göstermek zorunda olan bir milletiz. Dilerim ve isterim ki, bilhassa komşu ülkelerdeki karışıklıkların, insanın insanı kestiği, öldürdüğü ve savaştığı bir ortamdan kurtarıp, barış ve huzur içerisinde, herkesin kendi topraklarında ve huzur içerisinde yaşadığı bir ortamı var etmek, Türkiye’nin asli sorumluluklarının başında gelmektedir. Bu bağlamda ben de kendisini bu tahlili oluşturma konusunda sorumlu hisseden bir yönetici olarak görüyorum. Bu mevzuyu hiçbir vakit gündemimizden çıkartmadan da bu mevzuya her boyutta çalıştığımızı da bilmenizi istiyorum. Hem yol arkadaşlarımla hem siyasi partimizde ve öbür ögeleriyle çalışıyoruz. Umuyorum başarıyı daima bir arada kavuşuruz.”

“BU YÜZYIL SIKINTI GEÇECEK”

“Tabii güç bir dünya var. Sahiden bu yüzyıl sıkıntı geçecek, kolay geçmeyecek, ekonomik manada, iklim krizi noktasında, savaşlar… Bakınız Ukrayna’da yaşanan savaş… Yani bir ülke karar veriyor ve saldırıyor, bir savaş çıkıyor. Büyük bir mezali bu. Daha berbatı. Mazlum insanların öldürüldüğü yerde, seyreden bir dünya. Yani Filistin’de, Gazze’de, Filistinlilere yapılan katliamı bütün dünyanın seyrediyor olması… Bütün bunlar makus imtihanlar. Bütün bunlara karşı milletçe, aklı başında, güzel niyetle, gerçek niyetle, hukuktan asla vazgeçmeden, güvenliğinden asla taviz vermeden, biz buna biraz ‘hümanist bir bakışla’ diyoruz -ki bizim topraklarımızda o tılsım var- bunu bütün dünyaya anlatarak, inşallah dünyadaki barışa ve toplumsal güzelleşmeye, ekonomik güzelleşmeye daima bir arada katkı sunar ve tahliller buluruz.”

“ALMANYA, TÜRKİYE’Yİ KISKANIYOR MU”

İmamoğlu, “Almanya, Türkiye’yi kıskanıyor mu” biçimindeki soruya da şu karşılığı verdi:“Bu, kritik bir sorun. Almanlar ya da. ‘Almanlar bizi kıskanıyor mu?’ Ben alışılmış Almanlar ortasında bir anket yaptırmadım, yani bizi kıskanıyorlar mı diye. Muhakkak bir sefer kıskanılacak bir topraklarda yaşıyoruz. Türkiye’miz cennet. Öbür bir ülke. Ancak biz ülkemizin, o toprakların, o cennet vatanın hak ettiği bedelde bir idareyle ya da orayı koruyan, geliştiren, dünya ölçeğinde hak ettiği yere taşıyan bir düzeye taşıma konusunda başarılı olamadık. Bunu kabul edelim. Yani bugün 8 bin dolarlarda, 9 bin dolarlarda kişi başı ulusal geliri konuşuyorsak, e bizim kabahatimiz var yani. Yakışmıyor o topraklara. Halbuki bizim topraklarımız paranın birinci sefer gezdiği topraklar, basıldığı yer. Ticaretin birinci kez yapıldığı yer. Yalnızca o mu? Kültürün, sanatın, lisanın, yazının icat edildiği yerdeyiz biz. Doğusuyla, batısıyla, güneyiyle, kuzeyiyle ideolojinin, tarihte ne varsa aslında var olduğu yerde yaşıyoruz. Dünyada öbür bir örneği yok.”

“ŞU ANDA KISKANILACAK DURUMDA DEĞİLİZ”

“Ama bugün 8 bin dolar, 9 bin dolar kişi başı gelir… Ya da birinci 500 üniversite ortasında üniversite sokamıyorsak, bilimde, icatta ya da patentte, teknolojide, endüstride, eğitimde, kültürde, sanatta milletçe hak ettiğimiz yerde değiliz. O bakımdan, yapacak çok işimiz var. Sorumluyuz. Cumhuriyet’e sorumluyuz. Binlerce yıllık Anadolu’nun medeniyetlerine karşı sorumluyuz. Milletimize karşı sorumluyuz. Atatürk’e karşı sorumluyuz. Hayatını feda etmiş kaç önderlerimiz, hoş insanlarımıza karşı sorumluyuz. O bakımdan biz, şu anda kıskanılacak durumda değiliz. Toprak kesimi olarak, cennet vatanımız olarak, bütün dünyanın kıskanacağı bir yerde yaşıyoruz. Lakin ne yazık ki kıskanılacak durumda değiliz. Kıskanılacak durumda ne vakit oluruz? Kişi başı gelirde Almanya’yla yarışırsak, bilimde, sanatta, kültürde tekrar dünyanın diğer ülkeleriyle yarışacak duruma geldiğimiz zaman… Ki aslında siz onu yapabileceğimizin ispatlarısınız. Siz, daha 40-50 yıl evvel, tahminen okuma yazma bilmeden buraya gelen. 40-50 yıl içerisinde buradaki patronlarla yarışan, hatta onlardan daha başarılı hale gelen buradaki işletmecilikle bile bu türlü bir muvaffakiyet elde eden bir insan topluluğuysak biz, yani bir milletsek, biz her şeyi başarabiliriz.”

“BİR YERLERDE EKSİĞİMİZ VAR”

“O bakımdan bir yerlerde eksiğimiz var. Lakin siyasetinde lakin yönetiminde lakin ülkenin birtakım konularında. Milletimizin birbirini sevmesi, sayması, kol kola olabilmesi kadar kolay bir şey yok. Lakin biz, milletimizi ayrıştırıcı her lisanı kullanıyoruz. Milletimizi birbirinden uzaklaştıracak her lisanı kullanıyoruz. Bu ve buna emsal demokraside, hukukun üstünlüğünde, birçok bahiste topraklarımızı hak ettiği yere taşıdığımız takdirde, o vakit kıskanılacak bir millet olabiliriz. Yani alışılmış ki dün akşam ulusal grubumuzu herkes kıskanmıştır. O farklı bir şey. Fakat anlık sevinçler, bizi memnun etmemeli. Kalıcı memnunlukları elde etmek zorundayız. Kalıcı ekonomik istikrarı, bilimde, sanatta, kültürde kalıcı, sürdürülebilir muvaffakiyetleri elde etmemiz lazım ki, o duruma gelmiş olalım.”

“DEVLET PLANLAMA AJANSI’NI MEVCUT YÖNETİM KAPATTI”

İmamoğlu, İBB kurumu İPA’nın, mevcut hükümet periyodunda kapatılan Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kimi fonksiyonlarını yerine getirip getiremeyeceği istikametindeki soruyu ise şu halde yanıtladı: 

“DPT diye bildiğimiz yapıyı, şu anki mevcut idare kapattı. Bu türlü bir stratejisi ülkemizin yok. Bunun yerini doldurma ismine öteki kavramlar, kendi düzenekler içerisinde yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi içerisinde kurmaya çalışsa da ne yazık ki entegrasyonu, birbiriyle olan uyumu, kurumları çatı altında toplayan ve bir ortada düşünmesini sağlayan yapılaşması istenilen düzeyde değil, hatta çok düşük düzeyde. Bu bakımdan biz, İPA’yı çok önemsiyoruz. Ve harika tesirli, çok güçlü bir yerleşkesi var. Daha evvel başkanlık lojmanı diye kullanılan büyük bir ve Atatürk Florya Ormanı’nı bir kesimi olan alanda, muazzam bir yerleşkesi var. İnanılmaz bir bilgi merkezi. Birebir vakitte İstanbul’un geleceğini tartışan, konuşan bir merkez. Birebir vakitte kamuya açık, toplumla iş birliği içinde olan düzenekleri kuran da bir merkez. Örneğin; az evvel bahsettiğim Sanayi Platformumuz, İPA içerisinde bir kurum. Yahut Turizm Platformu, tekrar İPA içerisinde bir kurum. Bu ve buna benzer, toplumla iş birliği sistemlerini kuran yapılar da yeniden İPA’nın içerisinde.”

“İSTANBUL’UMUZUN 1/100.000’LİK PLANI YOK. NİÇİN YOK?”

“Özellikle bu periyot, 1/100.000’lik diye tariflediğimiz üst ölçek planını, yani İstanbul’un geleceğinin tasarlanmasıyla ilgili adımı da önümüzdeki sonbaharda atarak, başlatıyoruz. İBB olarak, üzülerek tabir ediyorum ki, İstanbul kentinin 1/100.000’lik planı diye tariflenen, yani bir kenti en üst ölçekte tarifleyen, bir kent nasıl oluşur, kültür hayatı, sanat hayatı, sanayi, ticaret, turizm, tabiatının korunması, yeşil alanlarının korunması, eğitim ya da ulaşım… Aklınıza gelen bütün ulusal bir ögeleri tasarlayan, en üst ölçek plandır. Dünyada bu kozmiktir, 1/100.000’lik plan. İstanbul’umuzun 1/100.000’lik planı yok. Niçin yok? Yok muydu? Vardı. 2009’da karar alınmıştı. Hem de o devir tekrar birebir bugünün iktidarı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Büyükşehir Belediyesi’nde iktidar olduğu bir periyotta, bütün meclisinin oy birliğiyle kabul ederek, yürürlüğe koyduğu 1/100.000’lik plan vardı 2009’da.”

“ÜST ÖLÇEK PLANI HAZIRLIĞINI İSTANBUL OLARAK, BİZ YAPACAĞIZ”

“Ama yalnızca 2 yıl sonra, 2011 genel seçimlerinde, merkezi yönetimin açıkladığı birçok projede o plan lağvedildi, yok edildi. Yani örneğin; havalimanları diğer türlü planlanmıştı, akşamdan sabah havalimanının yeri değişti. Ya da öteki ögeler; ulaşım, sanayi, ticaret… Mesela Kanal İstanbul diye bir şey yoktu İstanbul’un gelecek planında, akşamdan sabaha Kanal İstanbul diye bir proje ucubesi icat edildi. Bu ve buna misal ögelerle, İstanbul’un üst ölçek planı artık yok. Üzülerek söylüyoruz. Bunu hayata geçireceğiz. Mevcut durumu varsayarak ancak bundan sonra İstanbul’un başına sürpriz birtakım kasvetler gelmemesi ismine; halka açık, halkla düşünen, farklı kurum, kuruluşlarla iş birliği yaparak, en az 2-3 yıllık bir süreç içerisinde İstanbul’umuzun üst ölçek planına hazırlayarak, İstanbul halkının onayına sunacağız. Dünyada eşi gibisi bulunmamış, görülmemiş, katılımcılığı ve şeffaflığı en üstte tutan üst ölçek planı hazırlığını İstanbul olarak, biz yapacağız. Bunun da yeniden imalini üstlenecek kurumumuz, İPA olacak.”

Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı

Ankara Gündem Haber

See Full Bio